Perşembe, Mart 08, 2012

Efsane katil Hırisantos


Hırisantos 1915'te sahneye çıkar: İstanbul savaş yıllarına mahsus duyguları yaşarken, o, ‘‘ince narin boyu, tüysüz yüzü, yakışıklı endamı, fiyakalı yürüyüşü ile simsiyah gözlü bir delikanlı'' olarak Beyoğlu eğlence alemlerinde boy gösterir.

20 yaşındaki bu esmer delikanlı o kadar güzeldir ki, Beyoğlu'nun arka sokak kadınları toptan kendisine aşıktır. Kimi zaman saçsaça başbaşa kavgalar edilir onun için, kimi zaman tentürdiyot içerek intihara kalkışılır. Üstelik sadece kadınlar mı? Ona aşık olan ve bu yüzden birbirini öldüren erkeklerin sayısı da az değildir.

Esrar kahvelerinin ve meyhanelerin müdavimi Hırisantos, geçimini soygunla sağlar. Bir de çete kurmuştur. İlk cinayeti 1918'de Boğazkesen Caddesi'nde işler; yaşlı sütçü Recep Usta'yı hunharca öldürür, paralarını çalarlar. Yakalanırlar da. Ama Hırisantos hayatı boyunca, öldürülmesi hariç pek yakalanmayacak, yakalansa da bir yolunu bulup kaçmayı başaracaktır. Nitekim, ilk tutuklanmadan kısa bir süre sonra gazetelerde şu havadis çıkar: ‘‘Katilden ve kasa hırsızlığından mevkuf olup umumi hapishanede yatmakta olan Hırisantos, Zafiri, Makarnacı Niko ve Fantoma Mehmet, lağım açmak suretiyle firara muvaffak olmuşlardır.''

POLİS CİNAYETLERİ BAŞLIYOR

İkinci cinayeti, aynı zamanda ilk polis cinayeti olur. Muharrem Alkor o mayıs gecesini, şimşekli, yağmurlu, zifiri karanlık, yani ‘‘fena bir gece'' olarak tasvir eder. Dolapdere'den Sinanköyü'ne doğru yokuştan çıkan Taksim merkezi mürettebatından polis memuru Mehmet Efendi, bir kadın çığlığı duyar: ‘‘İmdat! Yetişin, öldürüyorlar!'' Mehmet için vazife saati çalar, sese doğru koşar. Bu sırada yağmur şiddetlenir, karanlık koyulaşır. Üç sarhoşla boğuşan kadını görür görmez bağırır Mehmet: ‘‘Durunuz!'' Cevap anında kurşunlarla verilir.

Beyoğlu, Tatavla, Galata ve ‘‘İstanbul muhiti''nde her türlü kötü işi yapan Hırisantos ve çetesi, çekinmeden yollarda yürümekte, gece karakol basarak polisleri tehdit etmektedir: ‘‘Beni takip ettiğin haberi aldım, ısrar edersen, seni yine böyle bastırır, öldürür, şuraya gömerim.'' İstanbul polisinin yarısı onu yakalamaya and içer. Sayısız pusular kurulur, kılıktan kılığa girilir, her yol denenir. Ama sonuç hep aynıdır: ‘‘Benim peşimden geliyorsun değil mi, al öyleyse!'' Komiser Fahri, polis memuru İbrahim ve diğerleri... Muharrem Alkor o sıralar Galata merkezinde komiser muavini. O da and içenlerden. Hatta ileri gidip Emniyet Müdürlüğü Teftiş Heyeti Reisi Hasan Hicabi Bey'den bu göreve resen memur edilmekliğini bile ister. Bu görevi alamaz ama Hırisantos bu talebin haberini hemen alır! ‘‘Sana acırım'' diyen bir mektup da ona gelir. Hatta Hırisantos Tatavla'daki Apollon Gazinosu'nda -yalnız gelmesi şartıyla- randevu bile verir. Alkor gider de, Hırisantos randevuya gelmez. Bu arada Hırisantos'un yıllar önce evlendiği karısı Marika ile son zamanlarda tutulduğu ve hep tutkunu olacağı Tatavlalı, güzelliği dillere destan Eftimya kavga etmekte, Deli Panayot, Hırisantos'ta gözü olduğunu düşündüğü Sarı Hıristo'yu sokak ortasında bıçaklamaktadır.

ÇEŞME SOKAK NO 17

Bu kez karlı bir ocak gecesi. Taksim Çeşme sokak. ‘‘17 numaralı evin kapısına dikkat ediniz'' der Muharrem Alkor. ‘‘Az evvel bu sokağa giren iki meçhul yolcu, bu evin kapısına gelince durdular. Biri siyah güderi eldivenini çıkardı, kapının zilini çekti.'' Ev Madam Eleni'nin randevuevidir. Meçhul yolcular ise Hırisantos ve Zafiri. Polis yapılacak gece aleminden haberdardır. Ama kurulan pusunun sonucu, sokakta ‘‘hakiki bir muharebe'' ve polis memuru Nuri'nin ölümüdür, o kadar. Bir polis de Galata Todori meyhanesinde, tamamen laf olsun diye söylediği bir cümleyle hiç tanımadığı Hırisantos'u kuşkulandıracak, 10. cinayeti olacaktır.

Halk artık ‘‘Niye yakalanmıyor?'' diye homurdanır, ticaretin önde gelenleri polis teşkilatına başvurup başına ödül koyarken, Hırisantos için son henüz yaklaşmamıştır. Polis, çete üyelerinden Hariton'u, ardından Zafiri'yi ölü ele geçirir ama o bekçi, polis bir kaç kişi daha öldürerek cinayetlerinin sayısını 13'e çıkarır. Ardından Tatavla'daki ‘‘Karnaval Gecesi Cinayetleri'' gelir. Bilanço, biri polis üç kişidir. Yine sırra kadem basmıştır. Bu kez sahiden yokolur, Pire'ye kaçtığı söylenir. Yanında Eftimya'yı da götürmüş, ama Eftimya bir yolunu bulup İstanbul'a dönüp onu çok kızdırmıştır. Aşk acısını yanında kaldığı evin sahibesine açar, intikam yemini eder. Bir süre sonra İstanbul'da alacaktır soluğu.

150 KURŞUN YAĞDI

Hırisantos'un yok sanıldığı günlerde Muharrem Alkor ve Cafer Tayyar, Nobar adlı bir hırsız ve arkadaşlarının peşindedir. Bir gece 150 kurşun yağdırdıkları bir kovalamaca sırasında yerde bir hasır şapka bulurlar. Karakolda inceledikleri şapkanın içinde Rumca bir yazı vardır. Bir tercümana çevirtirler: Eftimya. İşte o günlerde karakola çaresiz bir ihtiyar düşer; Eftimya'nın babası Brav. ‘‘Hırisantos İstanbul'da. Kızımı ve beni öldürecek. Şu anda Balıkçı Agaton'un evinde kalıyor'' diye ihbarda bulunur. Agaton da olayı doğrular. Hırisantos bir bacağından yaralı, evinde kalmaktadır. Demek ki hasır şapkanın sahibi gerçekten odur ve o gece sıkılan 150 kurşundan biriyle yaralanmıştır!

Kitapta Hırisantos'un yakalanışı uzun uzun anlatılır. Gerçekten zor ve riskli bir baskındır bu. Son, Alkor tarafından şöyle yazılır: ‘‘Yazık, Cafer Tayyar, anladım ki karnından vurulmuştu. Beynim attı, şerir, son nefesini verirken dahi, bir Türk polisini vurmuştu. Bütün hırsımla Hırisantos'un üstüne çullandım. Bu dakikada, Cafer Tayyar'ın bir kahramanlığını asla unutamam. Sevgili arkadaşım, fedakar dostum, elleriyle bir müddet karnını tuttuktan sonra, birdenbire kudurmuş gibi doğruldu. Gözleri irileşmişti. Bütün kuvveti ve hırsı ile tabancasına sarıldı. Bir eliyle Hırisantos'un gırtlağına sarıldı. Ve öteki elindeki tabancasını, şarjörün bütün mermilerini yakmak suretiyle azılı ve hunhar şeririn ağzına boşalttı.''

ÖLDÜĞÜNE İNANAMADILAR

Hırisantos ölür. Ama olaylar orada bitmez: Polisler birbirlerini tebrik eder sevinç gösterileri yaparken, -bu arada sahiden öldü mü diye sık sık cesedi kontrol ederken- Tatavla halkı evin etrafını doldurur, cesetle birlikte karakola kadar yürür. Karakolun önünü ise halkla birlikte işgal kuvvetleri, önce Fransız, ardından Yunan, İngiliz ve İtalyan kıtaları dolduracaktır. Cenazeye binlerce kişi katılır, birçoğu siyah elbiselidir.

Ve sonrası: Muharrem Alkor ve Cafer Tayyar, yüzer lira nakdi mükafat ve birer kıta da beşinci rütbeden Mecidiye nişanıyla ödüllendirilir. Agaton'un adı muhbire çıkar, evine bomba atılır, iki çocuğu ve o sakat kalır. Eftimya Yunanistan'a göç eder. Ama gitmeden Muharrem Alkor'a uğrayıp kendisini bir beladan kurtardığı için teşekkür eder. Ölene kadar Tatavla'daki komşularına mektuplar yazar. Hırisantos'un tabancası, cüzdanı ve diğer suç aletleri İstanbul Polis Mektebi Müzesi'ne konur. Hırisantos'un kardeşi Koço ve başka bazı Rumlar, intikam için Alkor'un peşine düşer. Alkor önce Kadıköy'e tayin edilir, ardından milli mücadeleye katılmak üzere Anadolu'ya gider.

Manisa Emniyet Amirliği'nden emekli olan Alkor, 1954 yılında, o zamanlar çaresi bulunamamış olan aort anevrizmasından dolayı hayata veda eder.

İstanbul polis teşkilatının yakalamaya and içtiği 1900'lü yılların şehir eşkiyası ve 13 polisin katili Hırisantos'u (temsili resim) o tarihlerde Galata merkezinde genç bir komiser muavini olan Selda Alkor'un babası Muharrem Alkor (sağda) ele geçirmişti

İstanbul'da cinayet masası dedektifleri, 2000'li yılların, insan anatomisini iyi bilen ve habire bacak kesen seri katilini arayadursun, bu şehir 1900'lü yılların başlarında da ne katiller, haydutlar, eşkıyalar gördü. Bunlardan en ünlüsü, adı İngiliz Kemal'in anılarında da geçen Beyoğlu Rumlarından 1895 doğumlu Hırisantos'tu. 13'ü polis olmak üzere 26 kişinin canına kıymakla kayıtlara geçen Hırisantos, iki işaret parmağı iki cebindeki tabancaların tetiklerindeyken dolaşması, gözünü kırpmadan kurşun yağdırması, başta kendisini takibe alan polisler olmak üzere herkese tehditler yağdırmasıyla ünlüydü. Anlatılanlara göre, karakollara ‘‘13 polis öldürdüm. Hepinizin kanını içeceğim'' diyen mektuplar yolluyor, tramvay direklerine cebinden yarım liradan az para çıkanların kulaklarını keseceğini bildiren ilanlar asıyordu. Durdurup tramvay soyuyordu. Kulak kesme, gözün içine sigara bastırma gibi işkence yöntemleri de sözkonusuydu.

Hırisantos'un öldürdüğü polislerin hemen hepsi, mütareke ve imkansızlık yıllarında onu yakalamaya cesaret edecek kadar görevini seven insanlardı. Ancak onu yakalamak, 1920 yılında, o sıralar Tatavla (Kurtuluş) karakolunun genç komiserlerinden Muharrem Alkor ve meslektaşı Cafer Tayyar'a kısmet oldu. Alkor, Hırisantos'u ve onunla ‘‘anısını'' kitaba dönüştürdü. Peki 1952 yılında Nebioğlu Yayınevi'nin Dedektif ve Casusluk Serisi'nden ‘‘Hırisantos'u ben öldürdüm'' adıyla çıkan bu kitap bizim gündemimize şimdi niye düştü? Çünkü bu ‘‘cesur komiser'' Muharrem Alkor, yan sayfada Albüm'ünü okuyacağınız Selda Alkor'un babası olarak karşımıza çıktı. Biz de baba-kızın birbirlerinden çok ayrı tarihlerde ve yerlerde gelişen hikayelerini biraraya getirmeye karar verdik. Aşağıda, Muharrem Alkor'un ‘‘İstanbul zabıtasının Hırisantos çetesiyle mücadelesinin tekmil safahatını, en gizli teferrüatına kadar anlatan'' kitabından alıntılarla Hırisantos'un hikayesini okuyacaksınız. Anlatılanların ne kadarının gerçek, ne kadarının efsane olduğuna da kendiniz karar vereceksiniz.

Hiç yorum yok: